16 Ocak 2012 Pazartesi

ENDÜSTRİ İHTİLÂLİ

         Endüstri İhtilâli, James Watt’ın 1765’te buhar makinesini keşfetmesi ve bunun bir enerji kaynağı olarak kullanılması ile başlayan, seri üretim, kol gücünün yerini makine gücünün alması, ürün çeşitliliği ve sayının artması vs. gibi sonuçları olan bir değişim sürecidir. İlk olarak 18.yüzyılda İngiltere’de başlayan, daha sonra diğer Avrupa ülkelerine yayılan, etkileriyle tüm dünyayı sarsan önemli bir olaydır.

         Sanayi, ihtilâl öncesinde zanaat düzeyinde iken, 18.yüzyıl sonlarına gelindiğinde sanayide üretim araçlarını hem nitelik hem nicelik olarak etkileyen büyük değişiklikler ortaya çıkmıştır.
I.ENDÜSTRİ İHTİLÂLİNİ HAZIRLAYAN SEBEPLER
         “Endüstri İhtilâli” olarak tanımlanan olay, Batı toplumlarına günümüzdeki özelliklerini kazandıran ve Doğu toplumlarının bazı sorunlarla karşılaşmalarına yol açan olaydır. Diğer tüm toplum olaylarında olduğu gibi bir dizi toplumsal ilişkiler içinde gerçekleşmiştir. Yeniçağ başlangıcında Batı’da bulunan toplumsal koşulların ürünüdür.[1]
         Endüstri ihtilâli için çeşitli ön koşullar ileri sürülmektedir ve ortaya çıkışı da zorunlu bir biçimde bu koşulların gerçekleşmesine bağlanmaktadır. Bu koşulları şöyle sıralamak mümkündür:
·         Batı’da görülen zenginlik birikimi,
·         Bu zenginliklerin sermayeye dönüşmesi,
·         Özgür işçi emeğinin kendini piyasaya sunması.[2]
         Endüstri ihtilâlini 16.ve 17.yüzyıldaki dinsel, siyasal, bilimsel ve felsefî düşünceler hazırlamıştır. Protestan Reformasyonu “bugün çok çalışıp yarını düşünmeyi” önemli bir değer olarak yerleştirmiştir. 17.yüzyılda Aydınlanma filozofları bilimsel yöntemi ve rasyonel düşünme ilkelerini geliştirmişlerdir. Fransız Devrimi Napolyon aracılığıyla bu düşünceleri Avrupa’ya yaymıştır. 17.yüzyılın bilimsel buluşları, endüstri ihtilâlinin teknolojik gelişmelerine kaynak oluşturmuştur.
         Şimdi endüstri ihtilâlinin gerçekleştiği Avrupa toplumunun ve ihtilâlin ilk olarak başladığı İngiltere’nin durumuna kısaca bakacağız.
A.AVRUPA’NIN DURUMUNA GENEL BİR BAKIŞ
Ortaçağda Avrupa
           Ortaçağda Avrupa’nın siyasi yapısına bakacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkar: kavimler göçüyle Roma İmparatorluğu yıkılmıştır. Halk derebeylerin himayesine girmiş ve böylece feodal yönetimler güçlenip yaygınlaşmıştır. Krallar, feodal beyler üzerinde tam egemenlik kuramaz. Bu dönemde Bizans İmparatorluğu varlığını devam ettirir. Daha sonra Haçlı seferleriyle feodal yön zayıflamaya başlayacak, merkezi krallıklar güçlenecektir.
        Sosyal yapı olarak halk; soylular, din adamları, burjuvalar, köylüler ve köleler şeklinde sınıflara ayrılmıştır. Toplumsal eşitsizlik söz konusudur.
          Dinî yapı olarak ise, Kavimler Göçüyle oluşan otorite boşluğunda Hıristiyan din adamları tüm Avrupa’da Hıristiyanlığın yayılmasında etkili olmuştur. Katolik Kilisesinin, krallara taç giydirme, kişileri (aforoz) ve bölgeyi yöneticisiyle (enterdi) birlikte dinden çıkarma, para karşılığı günah bağışlama (endülüjans), dini merasimleri düzenleme görevleri vardı. Kilisenin etkisiyle “skolastik düşünce” etkili olmaya başlamıştır. Kilisenin kuralları mutlak doğrudur, değiştirilemez ve karşı çıkanlar aforoz edilir. Bu durum bilimsel çalışma ve düşünce hayatını olumsuz etkilemiştir.


            Ortaçağın önemli olaylarından bir diğeri Haçlı seferleridir. Hıristiyan Avrupalıların İslam dünyası üzerine yaptığı seferler olarak ifade edilebilir(1096-13.yüzyıl sonları). Bu seferler Bizans’ın Müslümanları Anadolu ve Ortadoğu’dan uzaklaştırmak için Avrupa’dan yardım istemesi, Papa’nın Ortadoksluğu da hakimiyeti altına alarak büyük bir imparatorluk kurma hayali, Kudüs’ün Müslümanlardan alınmak istenmesi, İpek ve Baharat ticaret yollarının Müslümanlarda olması ve fakir ve yoksul Avrupa’nın Doğu’nun zenginliklerine ulaşmak istemesi… gibi sebeplerle düzenlenmiştir. Sonuç olarak; feodalite zayıflamış ve merkezî krallıklar güçlendi, Doğu-Batı ticareti gelişti, burjuvalar ticaret sayesinde güçlenmeye başladı, Müslümanlar devletler ekonomik açıdan zarar gördü, Avrupalılar İslam kültür ve medeniyetini yakından tanıdılar, Müslümanların kullandığı kağıt, barut, matbaa, pusula gibi teknik icatlar Avrupalılar tarafından öğrenildi ve gelişimine ortam hazırladı.


Yeniçağda Avrupa
            Yeni Çağ döneminde endüstri ihtilâli öncesi Avrupa’da, geleneksel Batı kaynaklarıyla açıklayabilmenin olanaksız olduğu büyük bir zenginlik birikimine tanık olunmaktadır. O güne değin görülmemiş boyutlara ulaşmış olan bu birikimin, Batı için karanlık ve gerileme dönemi olarak tanımlanan Orta Çağ’ın hemen sonrasına rastlaması da oldukça ilgi çekicidir.[1] Bu zenginliğin kaynağında ise yeni ticaret yollar ve sömürgecilik faaliyetleri yer almaktadır.
           İstanbul’un fethi Batı’daki gelişmeleri önemli ölçüde etkilemiştir. Avrupa’nın çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan ticaret yollarının, özellikle “İpek” ve “Baharat” yollarının Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi Avrupalıları yeni yollar aramaya sevk etmiştir. Bu girişimler sırasında pek çok yer ilk kez keşfedilmiş, yeni ticaret yolları bulunmuş, yeni ticaret yolları da Batı’ya yeni Doğu uygarlıklarını tanıtmıştır. 15. ve 16. yüzyıllarda gerçekleşen coğrafi keşifler, yeni kıtaların Avrupa ülkelerince sömürgeleştirilmelerine yol açmış ve ilk coğrafi keşifler ile sömürgeci yayılma Portekiz ve İspanya aracılığıyla gerçekleşmiştir.
1486-87’de Portekizli Bartolomeo Dias Ümit Burnu’nu bulmuş ve böylece Portekiz Hindistan’a deniz yoluyla ulaşma imkânı elde etmiş, bunun arkasından 1497-99’da Vasco de Gama Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a varmıştır. Böylece Portekiz Batı Afrika kıyılarına, Doğu Afrika’da Mozambik’e ve Hindistan’ın doğu kısmına yerleşmiş, 1500’de Alvarez Cabral’ın Brezilya’yı keşfetmesiyle de geniş Brezilya topraklarını ele geçirmiştir[2]. Portekizliler daha çok stratejik öneme sahip ticaret kapılarını denetim altında tutmayı yeğlerken bir yandan da  Afrika köle ticaretine girişmişlerdir.
Büyük keşiflerde başrolü oynamış bir devlet olan İspanya ise bu keşifler sayesinde denizaşırı büyük sömürgeler ele geçirmiştir[3]. Amerika kıtasının keşfi[4] İspanya’ya bugünkü Meksika, Bahama ve Antiller’e ve Brezilya hariç bütün Güney Amerika’ya yerleşme imkânı sağlamış ve böylece İspanyollar Peru ve Meksika’nın altın ve gümüş kaynaklarına hâkim olup bu zenginlikleri Avrupa’ya taşımış ve taşınan bu kıymetli madenlerle

ekonomisi oldukça güçlenmiştir. Fakat İspanya sömürüsü sadece değerli madenlerle sınırlı kalmamış; zora dayalı çalıştırma veya köle emeği de kullanılmıştır[1].
Coğrafî keşiflerin sonuçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür;
·         Avrupalılar tarafından yeni ada, kıta, okyanus, bitki, hayvan,ırk ve ticaret yolları keşfedilmiş ve keşfedilen bu toprakların yer altı ve yerüstü kaynakları adeta yağmalanarak bütün zenginlikler Avrupa’ya taşınmıştır. Böylece sömürgecilik faaliyetleri başlamıştır.
·         Ticarî faaliyetler gelişmiş, Avrupa’ya getirilen altın, gümüş tarımın yerini almıştır. Ticaret sayesinde burjuvalar zenginleşmiştir.
·         Keşifler ticaret yollarının değişmesine neden olmuş, Hint deniz yolunun bulunmasından ve Amerika’nın keşfinden sonra Akdeniz limanları, Baharat ve İpek ticaret yolları eski önemini kaybetmiş, Hint okyanusu kıyısındaki limanlar önem kazanmıştır.
·         Avrupa’nın zenginleşmesi Rönesans hareketleri ve ardından da Endüstri ihtilâlinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
                17. yüzyıldan itibaren İspanyol ve Portekizliler üstünlüklerini önce Hollandalılar daha sonra da İngilizler lehine olmak üzere kaybetmişlerdir[2].
             Batıda görülen bu büyük zenginlik birikimi ve bu zenginliğin özgür işçi emeğinin değerlendirildiği yeni ilişkiler içinde sermayeye dönüşmesi,  yoğun üretim birimlerinde giderek üstün bir tekniğin kullanılması ile daha geniş bir pazar için üretim yapılması, Batı içinde yeni rol ve görevi ile bir sınıf görüntüsüne bürünen burjuvazinin siyasî iktidarı ele geçirme savaşı ve  Batı’da bu gelişmeler içinde dünya egemenliğini ele geçirme süreci ile endüstri ihtilâlinin temeli olmuştur.[3]
              Avrupa için 16. ve 17. yüzyıllar ticari ve askeri girişimleri destekleyen ve onlarla bağlantılı olarak gelişen bilimsel devrimler çağı olmuştur.[4] 16. ve 17. yüzyıllardaki dinsel, siyasal, bilimsel ve felsefi düşünceler bilim ve teknik alanında gelişmelere ortam hazırlamıştır. 17. yüzyılda aydınlanma filozofları bilimsel yöntemi ve rasyonel düşünme ilkelerini geliştirmiş, Avrupa’da Rönesans ile başlayan bilimsel gelişmeler peşinden teknik gelişmeleri getirmiş, 17. yüzyıl bilimsel buluşları endüstri ihtilâlinin teknolojik gelişmelerine kaynak olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder