16 Ocak 2012 Pazartesi

XIX.YY İSLAM DÜNYASI ENTELEKTÜEL TEPKİ VE TUNUSLU HAYRETTİN

XX.yy’ın başlarında Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine girmesi çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.Osmanlı devleti XIX.yy’da daha düzenli ve programlı bir ıslahat hareketine girişmiştir.Fakat dış baskılar ve ülke içindeki karışıklıklar başarıya ulaşmasına engel olmuştur.Tamamen devletin birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışan bu fikir akımları,küçük çapta birer devlet doktrini özelliği gösterirler.Sırasıyla Osmanlıcılık,İslamcılık,Batıcılık ve Türkçülük şeklinde ortaya çıkmıştır.Bu yollardan ilk ikisinin,bir zamanların Osmanlı Devleti umumi siyasetine mühim tesiri oldu.Türkçülük akımı ise,ancak bazı muharrirlerin yazılarında görüldü.
        Osmanlı milleti vücuda getirmek arzusu,pek yüksek bir hayali gayeye,pek yüksek bir ümide doğru yücelmiyordu.Asıl maksat,Osmanlı memleketindeki müslim ve gayrimüslim ahaliye aynı siyasi hakları tanımak ve vazifeleri yüklemek;böylece aralarında tam müsavat husule getirmek;fikirlerce ve dince tam serbesti vermek;bu müsavat ve serbestiden faydalanarak,sözkonusu ahaliyi aralarındaki din ve soy ihtilaflarına rağmen yekdiğerine karıştırarak ve temsil ederek,Amerika Birleşik Hükümetlerindeki Amerikan milleti gibi müşterek vatanla birleşmiş yeni bir milliyet,Osmanlı milleti meydana çıkarmak ve bütün bu zor ameliyatın neticesi olarak da, “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye”yi  asli şekliyle yani eski hudutlarıyla muhafaza eylemekti.Avrupa’da millietler teşekkülü tarihinde görülen bazı misaller de itimatlarını arttırdı.Filhakika,Fransız milliyeti Cermen,Selt,Latin,Grek ve daha bazı soyların birleşmesinden husule gelmemiş midir?[1]
       Osmanlı milleti fikri,en ziyade Ali ve Fuat Paşalar zamanında geçerli idi.III.Napolyon,bu gruplaşmış paşalara kuvvetli destek oluyordu.Sultan Abdülaziz devrindeki Fransızvari ıslahat ve bu ıslahatların timsali Mekteb-i Sultani,hep bu sistemin “Alamod” olduğu zamanların meyvalarıdır.Vakia Mithat Paşa adı geçen iki ünlü vezirin bir dereceye kadar takipçisi idiyse de,Mithat Paşa’nın siyasi programı onlarınkine nispetle daha karışık ve pek gelip geçici olduğundan programının öldüğüne hükmedebiliriz.
       Osmanlı milliyeti siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikası yani Avrupalılar’ın Panislamizm (İslamcılık) dedikleri fikir akımı meydana geldi.Bu fikir,Genç Osmanlılık siyasetine kısmen iştirak eden fırkadan doğdu.Başlıca temsilcileri,Mehmet Akif,Said Halim Paşa,Cemaleddin Afgani,M.Şemseddin, Tunuslu Hayrettin Paşa ve Musa Kazım gibi kişiler tarafından savunuldu.Bu fikirde olanlara göre;soy farklılıklarına bakmaksızın dindeki ortaklıktan istifade ile tamamen birleştirmeye,her müslimin küçük yaşında ezberlediği “din ve millet birdir” kaidesine uyarak bütün Müslümanları ,tek millet haline koymaya çalışmak lüzumuna kani oldular.İlkin sırf nazari olup yalnız matbuat sahifelerinde görülmekte olan bu fikir,gitgide tatbik olunmak istenildi.Abdülaziz’in son devirlerinde, “Panislamizm” sözü diplomatik konuşmalarda işitilir oldu,bazı Asya İslam hükümdarlarıyla istihsaline uğraşıldı.Mithat Paşa’nın düşmesinden yani Osmanlı milleti ihdası fikrinin hükümetçe büsbütün terk olunmasından sonra,Sultan II.Abdülhamit de bu siyaseti tatbike çalıştı.Sultan,padişah lakapları yerine “ halife”  dini sıfatını koymaya çalıştı;genel siyasetinde,din,İslam dini mühim bir mevki tuttu.Nizami mekteplerin tedrisatında dini maddelere ayrılan zamanın attırılmasından tutun da Müslüman ahalisi kalabalık olan Afrika içlerine ve Çin diyarına bile elçiler gönderildi.Bu siyasetin  en sağlam icra vasıtası olmak üzere Hamidiye Hicaz Demiryolu’nun inşasına başlanıldı.Lakin,işbu siyasi doktrin ile,Osmanlı Devleti,Tanzimat devrinde terk etmek istediği dini devlet şeklini tekrar alıyordu.Binaenaleyh Avrupavari meşruti hükümete veda etmek,devletin tebaası arasında cins ve din ihtilafından,içtimai vaziyet ihtilafından çıkarak öteden beri mevcut olan zıddıyetin artmasına ve bunun neticesi olmak üzere de ayaklanma ve isyanların çoğalmasına,Avrupa’da Türklüğe düşmanlığın şiddetlenmesine katlanmak iktiza ediyordu…Filhakika öyle de oldu.
        Türkçülük dediğimiz siyasi fikir, ırk üzerine müstenit bir Türk siyasi milliyeti husule getirmektir.Ziya Gökalp,M.Emin Yurdakul,Ömer Seyfettin temsilcileridir.      
         Batıcılık:Bu görüş,devletin ancak batılılaşmak yoluyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahatlar yapılması  gerektiğini savunmuştur.Batıcılık kaynağını,Tanzimat ve önceki devirlerin ıslahat teşebbüslerinden alır.Abdullah Cevdet ,Celal Nuri,Süleyman Nazif             temsilcileridir.Batıcılar,tek kadınla evliliği,kadın özgürlüğünü,medeni kanunun kabulünü,laik mahkemelerin kurulmasını,Latin harflerinin kabulünü,tekke ve zaviyelerin kapatılmasını istemişlerdir.

XIX.YY’DA TUNUS’UN İDARESİNE VE TOPLUMUNA GENEL BİR BAKIŞ VE TUNUSLU HAYRETTİ PAŞA

        Osmanlılar tarafından 1574 tarihinde kesin olarak fethedilen Tunus,Kuzey Afrika’da “Garp Ocakları” adıyla anılan üç “Mümtaz Eyalet”ten biri idi.Batı Akdeniz egemenliği için stratejik önemi bulunan Tunus ,Osmanlı devrinde muhtelif safhalar geçirdi.Önce merkezden gönderilen beylerbeyiler tarafından yönetildi. Sonra muhafız olarak bırakılan yeniçeriler otoriteyi elde ettiler.1591’den sonra ““Dayılar” ortaya çıktılar.Beylerbeyi ismen hüküm sürüp ,hakiki otorite “Dayı”nın elinde kaldı.Ayrıca babadan oğula  veya kardeşe geçen “Emirü’l-evtan denilen Tunus sancak beyleri zamanla önem kazandılar.Emirü’l-evtan’a beylerbeyilik tevcih olunursa”Paşa-Bey” ünvanını alırdı.Böylece Tunus’ta uzun süre ,beylerrbeyi,dayı,emirü’l-evtan mücadelesi devam etti.Tunus merkeze uzaklığı sebebiyle “Saliyaneli” ve ” Ocaklık” olan bir eyalet idi.
         Türkler  idareci ve asker sınıfını teşkil ettiler.Türk askerlerin Tunuslu annelerden doğan çocukları Cezayir ve Trablusgarp’ta olduğu gibi “Kuloğlu” adıyla sosyal seçkin bir zümre oluşturdular.İdareciler ve askerler, Osmanlı idare tarzının Tunus’ta yerleşmesini sağladılar.Beylerbeyi Divanı’ndaki yazışmalar,idari ve askeri kayıtlar Türkçe tutuluyordu.Arapça halkın dili olup ,mahalli yönetimde geçerli idi.
          XVI. ve XVII.yüzyıllarda Akdeniz ticareti,korsanlık ve güçlü donanması ile Tunus oldukça zenginleşti.İstanbul’dan vuku bulan savaş davetlerine Tunus donanması ile katılıyordu.Tunus XVII.yüzyıldan itibaren birbirini takip eden iki sülale tarafından yönetildi.Böylece Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı, mahalli saltanatlar kurulmuş oldu.XVII. yüzyılda Muradiler ve1705’ten sonra Hüseyniler Tunus’u irsen idare ettiler.Hüseyni ailesini kuran Hüseyin bin Ali aslen Türktü.Ailenin Tunus’ta hüküm süren mensuplarına “Bey” deniliyordu.
       Hüseyni Beyleri, siyasi otoriteyi ve ülkede istikrarı sağladıktan sonra,sosyal ,ekonomik tedbirler aldılar.Yabancı ülkelerle ticari ilişkiler kurdular.Hüseyni ailesi,Tunus’u Osmanlı adına yönetiyordu.Her Bey değiştikçe,yenisine tevcih fermanı ile Paşalık rütbesi veriliyordu.Osmanlı padişahının tuğrası bulunuyordu.İç işlerinde ve bazı ecnebi devletlerle münasebetlerinde serbestlikleri mevcuttu.XIX.yy’da ve özellikle 1830’dan sonra,Tunus Paşalarının,Fransa’nın tesiriyle,bağımsız ve müstakil hareketleri arttı.Ancak,müşkil zamanlarda,Osmanlı yüksek hakimiyetini reddetmedikleri görülmekteydi.Fransa,İtalya ve Avusturya ile ticari anlaşmalar yapıyorlardı.Tunus nufüs bakımından kalabalık bir ülke değildi.Akdeniz sahili,güneyde sahra kısımları ve vahalar farklı hayat tarzına imkan vermekteydi.Halk,Berberi ve Arap olup,XV.yy’ın sonundan itibaren Endülüslü Müslümanlar ve Yahudiler katılmışlardı.XVI.yy’da Osmanlı fatihler geldi.Halkın dil güçlüğü olmayıp,Arapça’nın üstün egemenliği sürüyordu.Beylik sarayında ve bir kısım halk arasında Türkçe konuşuluyordu.Tunus’un demografik yapısının tipik bir özelliği olarak,muhtelif menşeyli halkın,tedricen aynı potada kaynaştığı görülüyordu.Tunus Paşası ve ailesi,maiyeti ile,Beylik resmi ikametgahı olan “Bordo Sarayı”nda yaşıyordu.Hüseyni devrinde Tunus,mahalli yönetimde 60 vilayete (kiyada-ka’idlik) bölünmüş bulunuyordu.”Kaid” veya “Amil” denilen valiler mülki hizmeti,”Kadı”lar adliyeyi,”Emin”ler maliyeyi idare etmekteydiler.[2]Meşhur Zeytune ve Kayrevan medreselerinden yetişen ilmiye sınıfı mensupları,tedris,kadılık ve kitabet görevi ifa etmekteydiler.İlmiye sınıfının en üst görevlileri Hanefi ve Maliki Başmüftüleri ile,Hanefi ve Maliki Müftileri idiler. Protokolde Hanefi Başmüftüsü “Şeyhülislam” ünvanı ile ilmiye sınıfının başı sayılıyordu.Türkler ve Hüseyni ailesi Hanefi,halkın çoğunluğu Maliki idiler.
         Kabile ve aşiret kavga ve rekabetleri eksik olmayıp,Hüseyni ailesinin Tunus’ta yerleşme dönemine kadar inen, bir nevi siyasi bölünme süregelmişti.Hüseyin bin Ali ve yeğeni Ali Paşa taraftarları “Hüseyniya” ve “Bahşiya” olarak anıldılar.Önemli kabile ve aşiretler arasında, Mogod,Nefza,Krumir,Rekba,Unifa,Drid, Evlad-ı  Ayyar,Evlad-ı Sa’id….gibi birçokları mevcut idi.Tunuslular arasındaki mezhepsel ayrılıklar çatışma değil bilakis kültür zenginliği getirmiştir.                                                                                                                                                                                                       Tunus Paşası,Maliki ve Hanefi uleması arasında nisbi bir denge kurmuştu.Bu bakımdan Hanefi ve Maliki mezhepleri salikleri arasında anlaşmazlık vuku  bulmuyordu.Halkın yaşamında şehir “Beldi” ve göçebe “Bedevi” hayat tarzı görülüyordu Halkın yarısı, kabile ve aşiretlerden müteşekkil bedevi idi.Yaylak ve kışlağa göç etme hayvan yetiştirme başlıca faaliyetleriydi.Hürriyet ve misafirperverlik duygusu,ataerkil aile düzeni,soyabağlılık,geleneklere saygı aşiretler arasında kuvvetli unsurlardı.İslami adet ve geleneklerin güçlü olmasında tarikatlerin ve sufizmin oynadığı rol mühimdi.Tunus’ta en yaygın tarikatler “Kadiriye” ve “Ticaniye” tarikatları oldu.Tunus’un genel nüfusu,tahminlere göre, XIX.yy ortalarında 1.100.000 civarında idi.Bunun yarım milyonu yerleşik 600-700 bini göçebe halktı.XIX.asırda İtalya’dan Malta’dan ve diğer ülkelerden gelenler ile sayı arttı.Yabancılarla ilgili davalara konsolosluk mahkemeleri bakıyordu.Yabancılar Tunus ticaret hayatına hakimdiler.En fazla Fransız,İtalyan,İspanyol ve Malta kolonisi idi.XIX.yy’da Tunus kendi içinde nüfus durgunluğu yaşamıştır.1818-1819’daki veba salgını halkın dörtte birinin ölümüne sebep oldu.1856-68‘yıllarında da halkın beşte biri hastalık ve kıtlıktan vefat etti.Tunus ekonomisi,XIX.yy’da büyük değişikliğe uğramadı,an’anevi karekterini korudu.Mamul maddeler ithalatçısı,hammaddeler ihracatçısı bir ülke idi.Gelişmiş tek sanayi kolu “Şaşiya” denilen Tunus fesi üretimi idi. Ancak sonra ucuz Avrupa  mallarıyla rekabet edemedi.Kapitülasyonlar,,ekonomiye ağır darbe vuran bir ehemmiyete sahipti.Avrupa sanayi devriminin getirdiği yenilikler,Tunus ekonomisini sarstı.
       Eyalet idaresinde ağırlığı olan gruplar,Türkler,Tunuslular ve Memlüklerdi.Daha evvel belirttiğimiz gibi Türkler genellikle yönetim ve askerlik alanında hizmet vermekteydi.Tunuslular bürakrasinin muhtelif kademelerinde müderris,kadı,kaid,ilmiye hizmetlerinde çalışıyorlardı. Tunus idaresinde önemli bir yeri olan üçüncü zümre Memlüklerdi.Memlük tabiri, küçük yaşta satın alınıp,belli bir eğitimden geçirilip yetiştirilen,kabiliyet ve fizik yapısına göre uygun hizmette kullanılan,İslam devletlerinde eski devirlerden beri uygulanan bir usuldü.Tunus’ta da birçok önemli şahsiyet Memlükler arasından çıkmıştır.Konumuz olan Hayrettin Paşa da 1839 yılında Tunus’a getirilmiş bir memlüktü.Hayrettin Paşa’nın hayatının ilk yıllarına ve çocukluğuna ait fazla bilgimiz yoktur.Kesin doğum tarihi bilinmemekle beraber genellikle Arap kaynakları ve ansiklopedilerde 1810 tarihi yer almaktadır.Milliyeti konusunda “Çerkes” veya “Abaza” olduğu hakkında iki görüş mevcuttur.Kendisi Hatıratında ve resmi biyografisinde “Çerkes” asıllı olduğunu  belirtir.Biz Paşa’nın kendi beyanını “Çerkes “asıllı olduğunu kabul etmekle yetineceğiz.[3]Kafkasya’da bir Rus taarruzu esnasında ailesini kaybettiği,küçük yaşta köle olarak İstanbul’a getirildiği,Nakibül-eşraf ve Anadolu Kazaskeri Kıbrıslı Tahsin Bey tarafından satın alındığı bilinmektedir.Tahsin Bey’in Kanlıca’daki yalısında yetişti.1830’da Tunus Valisi Ahmet Paşa’nın bir adamı tarafından Tunus’a götürüldü. Bazı kaynaklarda bu sırada on üç yaşında olduğu belirtilmektedir.Ahmet Paşa’nın sarayında memlük olarak Arapça ve İslami ilimler alanında özel eğitim gören Hayrettin,kısa sürede Ahmet Paşa’nın ve “reis-i müdiran(Tunus kaynaklarında vezir-i ekber) Haznedar Mustafa Paşa’nın güvenini kazandı,onlardan ilgi ve teşvik gördü.Askerlik mesleğine intisap ederek kabiliyet ve çalışkanlığı sayesinde süratle yükseldi.1840 yılında,Ahmet Paşa tarafından modern bir ordu kurmak için teşkil edilen Bardo Harbiye Mektebi’nde görevli Fransız subaylar ve müşavirlerle tanıştı.Yeni sistemleri ve Fransızca’yı öğrenmeye gayret etti.İlk yenilikçi fikirleri Mahmud Kabadu ve İbrahim er-Riyahi’den aldı.1846’da miralay,1850’de mirliva ve süvari askerleri kumandanı oldu.[4]
         Avrupa ile doğrudan teması,1846’da Ahmet Paşa’nın yaver sıfatıyla Paris’i ziyaret  etmesiyle başladı. Bu arada,1847’den itibaren Vezir-i ekber Haznedar Mustafa Paşa ile işbirliği halinde olan,birçok devlet tekelini kontrol eden Mahmut bin Ayyad Paşa, 1850 kolera salgını,1852’de mahsulün kötü olması,buğday sıkıntısı çekilmesi üzerine işin içinden kurtulmak istedi.Görünüşte zeytinyağı ihraç etmek ve karşılığında buğday satın almak için Fransa’ya gitti.Haziran 1852 sonunda Paris’e varıp,tedavi bahanesiyle ikametini uzattı.Ardından Fransız vatandaşlığına geçti.Tunus hükümeti,Mahmut Paşa tarafından haksız yere iktisab edilmiş banka senetlerini ve zeytinyağı ihraç tezkerelerini ve ihtilaslarının karşılığını istiyordu .Tunuslu Hayrettin Paşa 1853-1857 yıllarında Paris’te kaldı ve Mahmut bin Ayyad davasını Tunus’un menfaatlerine uygun şekilde halletti.Paris’te kaldığı süre zarfında Avrupa medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulduğu gibi Fransızca’sını da ilerletti.1855’te kendisine feriklik rütbesi (korgeneral) verildi;Paris’teki başarısından dolayı 21 Ocak 1857’de Bahriye müdürü tayin edildi ve Tunus’a dönerek 8 Mayıs 1857 tarihinde görevine başladı.23 Kasım 1862’ye kadar süren bu görevi sırasında bahriyeyi ve donanmayı ıslaha ve modernleştirmeye çalıştı.                       
        10 Eylül 1857’de ilan edilen “ahdü’leman” ile başlayan,Tunus’un siyasi ve içtimai sistemini modernleştirme hareketinin en tanınmış ve aktif üyelerinden biri Hayrettin Paşa idi.Tanzimat ve Islahat fermanlarındaki esasları ihtiva eden ahdü’leman bütün halka can ve mal güvenliği,vergi adaleti,din ve dil hürriyeti vaad ediyordu.1860’daTunus anayasasını hazırlayan komisyona üye seçilen Hayrettin Paşa,bir yıl sonra da istişari mahiyetteki Meclis-i Ekber’in önce üyesi,sonra başkanı oldu.Ayrıca beylik Meclis-i Hass’ın da üyesi idi.Hukuki reformlarda etkin bir rol oynadı.Konsolosluk mahkemeleri komisyonunda faydalı çalışmalar yaptı.Askerlik kanununu hazırkayan komisyona başkanlık etti.23 Kasım 1862’de Bahriye müdürlüğü ve Meclis-i Ekber başkanlığı görevlerinden istifa etti.İstifasında dış borçlanma teşebbüsü ve Hazinedar Mustafa Paşa’nın siyasetini tasvip etmemesinin etkisi olmalıdır.Aynı yıl Vezir-i ekber Haznedar Mustafa Paşa’nın kızı “Cenina” denilen “Lella Kebira” ile evlendi[5].
         Hayrettin Paşa 1862’den 1869’a kadar önemli bir resmi görev almadı.Ancak İstanbul’a ve bazı Avrupa başkentlerine “te’kid-i muvalat” ve Tunus nişanını dağıtma gibi geçici vazifelerle gönderildi.Bu arada reformlar dönemine son veren ve ağır vergilere bir tepki olarak doğan 1864 isyanı vuku buldu.Düzeni sağlamak için Osmanlı hükümeti Büyük Ali Haydar Efendi’yi fevkalade komiser sıfatı ile Tunus’a yolladı.Hayrettin Paşa,ikinci defa İstanbul’a gönderilerek Tunus-Osmanlı münasebetlerini düzenleyen “emr-i sami’yi getirdi.Bu emirle,Osmanlı hükümdarının Tunus üzerindeki haklarıyla Hüseyni ailesinin hukuku ve ülkenin yönetim şekli tespit ediliyordu.
       1863 ve 1865 dış borçlanmalarının Tunus maliyesini iflasa sürüklemesi üzerine Hayrettin Paşa,1869’da borçları düzenlemek ve birleştirmek için kurulan Milletlerarası Maliye Komisyonu başkanlığına tayin edildi.Komisyonda Fransız,İngiliz ve İtalyan üyeler vardı.Böylece Hayrettin Paşa’nın 1877 yılına kadar sürecek olan aktif siyasi hayatı başladı.18 Ocak 1870’de kendisine “vezir-i mübaşir” ünvanı verildi.1871’de Tunus eyaletinin irsen valisi Muhammet Sadık Paşa’ya valilik tevcih fermanını almak üzere İstanbul’a gitti.Bu münasebetle Osmanlı yöneticileriyle görüşmeler yaptı.Eski kayınpederi Hazinedar Mustafa Paşa ile siyasi çatışmaları arttı.Üç vali devrinde otuz altı yıldan beri aralıksız reis-i müdiran olan Hazinedar Mustafa Paşa’nın azli üzerine bu göreve 21 Ekim 1873’te Hayrettin Paşa tayin edildi.Vezir-i mübaşir ünvanı kaldırıldı.Maliye komisyonu başkanlığı bırakıldı ve Hariciye müdürlüğü görevi ilave olarak verildi.Hayrettin Paşa 21 Temmuz 1877’de istifasına kadar Tunus’un bu en büyük makamında birçok yenilik ve reform gerçekleştirdi,reformcu grubun en önemli temsilcisi oldu Tunus idaresinin ıslahı,merkezi yönetimin düzenlenmesi,yıllık gelirlerin yarısına yaklaşan dış borçların ödenmesi,sağlam bir maliye politikası güdülmesi,tarım reformu,hammas müessesesinin tanzimi,Tunuslular ve yabancılar arasındaki davalara bakan mahkeme teşkili,dini mahkemelerin yeniden teşkilatlandırılması,mahalli idarelerin tanzimi,iktisadi ve mali tedbirler önemli reformları arasındaydı.Ayrıca ihracatı arttırıcı tedbirler aldı,demiryolu yapımını hızlandırdı.Hayrettin Paşa eğitime de büyük önem vererek bu alanda Zeytune Medresesi’nde reform yapılması,devlet basımevinin ıslahı,yeni genel kütüphane kurulması gibi işleri başardı.Hazinedar Mustafa Paşa’nın müsadere edilen mallarını kullanarak lise seviyesinde modern anlamda öğretim yapan,zamanla Tunus’un seçkin aydınlarının yetiştği el-Medresetü’s-Sadıkıyye’nin açılmasını sağladı(1875).Reformların gereğine inanmış olan yakın mesai arkadaşı Muhammet Bayram Hamis’i Cem’iyyatü’ül-evkaf başkanlığına tayin eden Hayrettin Paşa vakıfları tekrar düzenledi,gelirleri artırdı.

       Hayrettin Paşa,iç ve dış baskılar sonucu 21 Temmuz 1877’de reis-i müdiranlıktan istifa etti.İstifa sebepleri arasında,Bahriye müdürü Mustafa b.İsmail’in(Genç Mustafa Paşa) Tunus beyi nezdindeki olumsuz propagandası,son iki yılda iyi ürün alınamaması,hazinenin boşalması, borçların ödenmesinde karşılaşılan güçlükler,Babıali’ye yardımının konsoloslar tarafından iyi karşılanmaması,konsolosların entrikaları,Jenduba-Tunus demiryolu hattı imtiyazını Fransa’ya vermemesi yüzünden bu ülkenin desteğini kaybetmesi gibi hususlar mevcuttu.Görevden ayrıldıktan sonra gözden düşen Hayrettin Paşa emlakının müsadere edileceğinden endişe duydu.Bir süre Fransa’da kaldı.Şahsiyetini İslami reformcu özelliğini ve Akvem’ül-mesalik adlı kitabını II.Abdülhamid’e anlatan Medeniye tarikatı şeyhi Muhammet Zafir Efendi vasıtasıyla padişah tarafından Ağustos 1878’de İstanbul’a davet edildi.İstanbul’a gelince kendisine vezaret rütbesi verildi.Meclis-i Ayan üyeliğine daha sonra yeni kurulan Maliye Komisyonu başkanlığına tayin edildi.İki ay sonra 4 Aralık 1878’de sadrazamlığa getirildi.II.Abdülhamid onu bu makama tayin ederken Tanzimat sisteminde ehliyetli bir devlet adamı bulmayı ve Yeni Osmanlılar’dan kurtulmayı umuyordu.Hayrettin Paşa’nın İslam’a bağlılığı ve ıslahatçı karakteri devletin sıkışık durumunda yeni bir umut olarak görüldü.Ancak paşa Türkçe’yi az biliyordu ve yazı diline de hakim değildi.[6]29 Temmuz 1879 tarihine kadar sekiz ay süren sadereti sırasında Osmanlı-Rus Savaşı  ve Berlin Antlaşması’nın çözümlenmemiş bazı meselelerini halletti.Dönemin şeyhülislamı Esad Efendi ve sarayla ihtilafa düşen Hayrettin Paşa dokuz gün Babıali’ye gelmedi,ardından da istifa etti.Bununla birlikte İstanbul’dan ayrılmadı ve II.Abdülhamid kendisinden faydalandı;ona layihalar hazırlattı,özel komisyonlarda görev verdi.
        Hayrettin Paşa,azlinden sonra II.Abdülhamid’e sunduğu ıslahat,layiha ve arizalarında ortaya koyduğu görüşlerini bir program haline getirdi.Bu programdaki düşünceleri açık,kesin ve samimi,fikirlerinde ısrarlı idi.Paşa Osmanlı idare sisteminde köklü bir değişikliğe taraftardı.En çok önem verdiği husus devlet,millet ve fert hayatı için temel unsur saydığı adalet ve hukukun üstünlüğü idi.Kanun hükümlerinin istisnasız herkese eşit uygulanmasını savunan Hayrettin Paşa’ya göre adalet bütün ıslahatların temelidir.Anayasanın uygulanmaya konulmasını ıslahatların birinci şartı sayıyordu.Mebuslar ve ayan meclislerinin toplanmasını,fikir birliği olan,yetkisi ve sorumluluğu belirlenmiş bir nazırlar heyetinin kurulmasını,tam yetkili nazırların görevlerinde sadrazama karşı sorumlu olmalarını istiyordu.Devet yönetiminde icra  vasıtası olan memurların iyi seçilmesini,kabiliyet ve liyakatlerine göre tayin edilmelerini,azil endişesi taşımadan güvenlik içinde görev yapmalarının sağlanmasını,ceza ve mükafat sisteminin geliştirilmesini gerekli görüyordu.Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin eğitim ve servet bakımından ileri olduklarını,imparatorluktan ayrılıp istiklallerini kazanmak istediklerini belirterek onlara mutlak hürriyet yerine sınırlı bir hürriyet verilmesinin uygun olacağını,aksi takdirde devletin parçalanmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyordu.Avrupa’yı iyi tanıyan Hayrettin Paşa,bütün güçlü devletlerin kuvvetli bir bürokratik sisteme dayandıklarını bildiğinden bürokratik reformlarda ısracı idi.Adalet sistemi, mahkemeler,meşihat mahkemeleri için yeni bir idari yapılanmanın ve meşihatte ilmi bir meclis teşkil edilmesinin lüzumlu olduğunu savunuyordu.Taşra idaresinin yeni düzenlemelerle ıslahı,vilayet meclislerinin kurulması ve bunların millet meclisi için temel olması da paşanın programında geniş yer tutuyordu.Ona göre genel emniyetin sağlanması için zabıta ve jandarma kuvvetlerinin ıslahı kaçınılmazdı.Yabancı müdahale ve baskılarına karşı Berlin Antlaşması’nın çözülmemiş meselelerinin halledilmesi,dış borçların düzenli şekilde ödenmesi,Avrupa devletlerinin tebalarının hukuklarının korunması,memurların kontrol edilmesi,yabancı elçiliklerle menfaat münasebetlerinin önlenmesi gerekiyordu.Prensip olarak yabancı bir devletle ittifak edilmesini faydalı bulan Hayrettin Paşa,Araplar’ın devlet hizmetinde daha fazla çalıştırılmasını da önerdi.Islahat layihalarını önce Arapça kaleme almış,sonra da Türkçe’ye tercüme ettirmiştir.
         Tekrar sadarete gelmeyi ıslahat programının tanınması  ve uygulanması şartına bağlayan Hayrettin Paşa,30 Kasım 1882’de yeni sadaret teklifini aynı mülahaza ile reddetmiştir.Padişahın programın muhtevasını tedricen icra  edeceği vaadine karşılık,”Vaadin icrasını görebilmek için Nuh ömrü ve Eyyub sabrı lazımdır.Bende ise her ikisi de yoktur”diyerek kabul etmemiştir.Nitekim bazı reform düşünceleri halefleri zamanında uygulanabilmiştir.Hayrettin Paşa,1886 yılında  geçirdiği hastalığında bir daha iyileşemeyeceği zehabına kapılmış,bu kanaat ile 24 Ekim 1886 tarihinde vasiyetini tanzim etmiştir.29 Ocak 1890’da vefat eden Hayrettin Paşa,dört evlilik yapmış beş evladı vardır.Paşa,Eyüp Bostan İskelesi’nde Şah Sultan İmareti bahçesine defnedildi.1968’de kemikleri Tunus’a götürülmüştür.Hayrettin Paşa ,menşe itibariyle kölelikten gelme olup,mizaç ve terbiyesi bakımından karakter sahibi,belli bir siyasi görüşü olan bir şahsiyetti.Doğru sözlü,kimseden korkmaz,sözünü esirgemez,riyakarlıktan nefret eden,cesur ve gayretli bir devlet adamı,namuslu bir insan olarak tanınırdı.Hayrettin Paşa’nın hatıraları ve yazışmaları yayınlanmıştır.Hayrettin Paşa,XIX.yy İslam dünyasının çöküş sebeplerini ve buna karşı alınacak tedbirleri araştıran,fikir ve çözümler üreten bir devlet adamıydı.İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu anlatan,modernleşme ve siyasetle ilgili düşüncelerini ihtiva eden Akvemü’l-mesalik fi ma’rifeti ahvali’l memalik(ülkelerin durumunu tanımak için en emin yol) adlı Arapça eseri 1868’de Tunus’ta basılmıştır.Akvem’ül-mesalik adlı eser besmeleyle başlar ve Allah’ın takdir-i ilahisine teslimiyet ile son bulur.Kur’an-ı Kerim’den hadislerden İslam büyüklerinden ve İslami gelenek içinde yer alan önemli eserlerden iktibaslara çok yer verilmiştir.Eser şu bölümlerden teşekküldür:”Mukaddime”, “Birincikitap”,”İkincikitap”, “Ek” ve “Takariz”.”Mukaddime”,Akvemü’l-mesalik’in en ehemmiyete haiz bölümü olup,yazarın siyasi görüşlerini,tarihi ve felsefi karakterde reformcu görüşlerini ihtiva eder,”İkinci kitap”,dünyanın coğrafi bölümleri,kıtaları,denizleri hakkında fiziki ve coğrafi konuları ihtiva eder,“Ek”te 622-1894 yılları arasında miladi ve hicri tarihlerin mutabakat tablosu verilir ve “Takariz”,kitap hakkında çağdaş 24 fikir ve edebiyat adamı tarafından yazılmış övgü yazılarıdır.
Akvemü’l-mesalik’in bizim için önemli kısmı “Mukaddime”dir.Bu bölümde dört temel görüş ortaya konmuştur:
1.İslamiyet’in siyasi dini kanununun yani şeriatin tam vukufla tatbik olunduğu eski İslam cemiyetinin refah ve saadeti,bunun kaynakları,
2.İslam ümmetinin gerileme sebepleri,
3.Avrupa milletlerinin eski durumu ve yüksek bir uygarlık seviyesine ulaşmak için kullandıkları vasıtalar,modern Avrupa toplumu ve kurumları,
4.Müslüman toplumunu canlandırmak,modern çağa uydurmak,yenileştirmek amacıyla yapılacak reformlar ve bunun esasları.[7]
    Hayrettin Paşa’ya göre medeniyet beynelmileldir ve bu bakımdan uygarlığın sınırları yoktur.Avrupa ve İslam dünya görüşleri,değerler sistemi ve kültür farklılıklarına rağmen birbirinden istifade edebilirler.Yeni dünya şartları içinde pratik teklifler sunar. Reform programını bütün İslam ümmeti için düşündüğünden,bunu temsil eden en büyük siyasi güç olarak ağırlığı Osmanlı Devleti’ne  veriyordu.Ancak,Tunus veya başka bir İslam devletine açık ve kesin atıf yoktur.Hayretin Paşa bu düşünceleri ile İslamcılık akımını benimser.Tahtavi,Hayrettin Paşa üzerinde etkili olan şahsiyetlerden birisidir ve fikirleriyle Hayrettin Paşa’yı ziyadesiyle etkilemiştir.Paşa,halka itimat telkin eden sağlam bir idare tarzı ile amaca ulaşmak ister.Avrupa’nın iklimi,dini veya toprağı sayesinde üstün duruma gelmediğini belirterek Avrupa’yı yükselten şeyleri öğrenmek gerektiğini söyleyerek maddi kuvvetin eğitime,eğitimin de siyasi müesseselere dayandığını Avrupa’nın güç ve refahının esasını adalet ve hürriyete dayalı siyasi kurumların oluşturduğunu,bu kurumların en önemlilerinin de parlemento,parlementoya karşı sorumlu hükümet ve hür basın olduğunu kaydeder;bunlar olmadan maddi refahın mümkün olamayacağını savunur.Parlemento ile basın kuruluşlarını İslam’ın meşveret sistemi ile uzlaştıran Hayrettin Paşa,parlementonun İslam’da “ehlü’l-hal ve’l-akd”denilen ulema ve ayanın yerini tuttuğunu söyler.Bu şekilde klasik İslami siyaset düşüncesi içinde kalarak Avrupa’dan politik,idari sosyal ve ekonomik kurumların alınmasının mümkün ve gerekli olduğunu,İslam’ın buna cevaz verdiğini belirtir;ayrıca İslam ümmetinin tarihinde benzer siyasi uygulamaların görüldüğünü vurgular.Devrin tek güçlü müslüman devleti olan Osmanlı Devleti’ne ve Tanzimat reformlarına büyük önem verir.Şeriatin tam uygulanmasının sağlayacağı faydaların gösterildiği eserde Avrupa’nın teknik ve ekonomik gelişmeleri,buluşları,uzunca  anlatılır.İktisadi kuruluşlar,devlet müdahalesi,şirketler,yerli sanayinin korunması gibi konulara ilişkin bilgi ve görüşlerin de yer aldığı eserde sıhhatli bir reform için ulema ve devlet adamları arasında sıkı bir işbirliği ve dayanışma bulunmasının gerekliliğini ortaya koyan paşanın ulemaya büyük önem vermesi,İslam ülkelerinde ulemanın siyasi ve idari kadroların çoğunu teşkil etmesinden ileri geliyordu.   
      Hayrettin Paşa’nın asıl amacı,XIX. yy’ın diğer bazı reformcuları gibi “müslüman kalarak modernleşmek”ti ve Mısırlı Rifaa et-Tahtavi,Lübnanlı Butrus el-Bustani gibi ilk reformcu ve modernleşme taraftarları arasında yer alıyordu.Devlet adamı ve nazariyatçı karakterini şahsında birleştiren paşanın fikirleri Cemaleddin-i Efgani,Muhammed Abduh ve İstanbul’da Sebilürreşad grubu tarafından ilgi gördü.Akvemü’l-mesalik’de ortaya koyduğu fikirlerine icra adamı olarak da daima sadık kalan paşa,Tunus’taki reformları ve ıslahatları ile Tunus rönesansının ve modern Tunus’un öncülerinden biri oldu.Birçok aydına ilham kaynağı olan eserin “Mukaddime” kısmı 1868’de Fransızcaya yine aynı yıl Arapça neşredilmiş olup Türkçe tercümesi 1879’da Abdurrahman Süreyya Efendi tarafından yapılmıştır.İngilizcesi ise 1874’te önce Atina’da daha sonra Cambridge’de yayımlanmıştır.[8]


[1] Yusuf Akçura,Üç Tarz-ı Siyaset,Türk Tarih Kurumu Yayınları,Ankara,2007,s.19-20
[2]Atilla çetin,Tunuslu Hayrettin Paşa,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,1988,s.1-2-3
[3] Çetin,a.g.e,s.18-20
[4]Atilla Çetin,Hayrettin Paşa,Tunuslu,DİA,XVII,İstanbul,1998,s.57
[5] Atilla Çetin,Tunuslu Hayrettin Paşa,Kültür veTurizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,1988,s.51
[6]Atilla Çetin,Hayrettin Paşa,Tunuslu,DİA,XVII,İstanbul , 1998,s.58-59
[7] Atilla Çetin,Tunuslu Hayrettin Paşa,Kültür veTurizm Bakanlığı Yayınları,Ankara,1988,s.65-66
[8] Çetin,a.g.e,s.93

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder