16 Ocak 2012 Pazartesi

ŞÂH VELÎYULLAH DEHLEVî (1114-1176/1703-1762)

1)Siyasî Durum:Şâh Velîyullah’ın doğduğu yıllarda ülkesindeki şartlar çok kötüydü.Siyasî iktidarsızlık ve güvensizlik ortamı hakimdi.İnsanlar huzursuz idi  ve güvenlik içinde yaşamıyordu.Yağmacılık,kan davaları ve aşiret kavgaları,ülkenin her yerinde yayılmıştı.Babürlü İmparatorluğu yıkılmıştı ve bunun sonucunda Müslümanlar,çeşitli devletlerin içine dağılmıştı.Sihler,Catlar ve Maratalar,Müslümanlara eziyet ediyordu.Evrenzib Alemgir’in öldüğü sene Şâh Velîyullah,henüz 4 yaşındaydı.O yaşarken 10 hükümdar birbiri ardına tahta çıktı.Muhammed Şah Rangila (Rûşen Ahter) 1132/1719’da tahta çıktığında,Şâh Velîyullah 17 yaşındaydı.Ondan birkaç sene önce de,1125/1713’de Ferruhsiyer,iktidarı ele geçirmişti,fakat ülkenin düzeni de peşi sıra bozulmuştu.Ferruhsiyer,çıkan karışıklıkların sonucunda hayatını kaybetmişti.Muhammed Şah ise bahsi geçen bu kişilere nispeten daha uzun süre,1132/1719’dan 1161/1748’e kadar hüküm sürdü.Ancak o da,sefih bir hayat süren,ayyaş bir hükümdardı.Hatta bu yüzden ona Rangila denirdi.Ama aynı zamanda o,ilme ve alimlere önem veren biriydi.O devirde sadece Delhi’de 22 tane meşhur alim vardı.(Şâh Velîyullah’ın ders verdiği medrese, her gün sayısı artan öğrencileri barındırmada yetersiz kalıyordu.Muhammed Şah bu yüzden,Şah Cihan’ın mahallesini medreseye tahsis etti.Daha sonra bakımsız kalan medrese binası,1857’deki Kurtuluş savaşında yıkıldı ve bugün Delhi’de medreseden bir iz yoktur.) [1]
                1152/1739’da Delhi,Nadir Şah’ın orduları tarafından işgal edildi.Çok kan döküldü ve şehrin âyanlarına ve onların ailelerine eziyet edildi.Nadir Şah,yağma ve yakıp yıkma işini ifrata vardırdı ve bundan en çok zararı Müslümanlar gördü.Kafirler ise güçlerine güç kattı ve Muhammed Şah’ın ordusu zayıfladı;Delhi tam bir hercümercin içine girdi.Muhammed Şah ile Alem Şah’ın arasında , Ahmet Şah 6 sene ve 2. Alemgir 5 sene hüküm sürdü.Ahmet Şah’ın saltanatında Catlar, Delhi’ye saldırdı ve ellerinin ulaşabildiği her şeyi çalıp,yanlarında götürdüler,şehri yağmaladılar.
                Alem Şah’ın tahta çıktığı devirde,ülke eskisinden de kötü durumdaydı ve artık devlet sorunlarla baş edemez hale gelmişti.Bu durumun ana sebebi de,yöneticiler arasındaki bitmeyen anlaşmazlıklardı.Ülkenin durumunu bozan başka türlü sorunlar da baş gösteriyordu.Ülkesinin durumuna düzeltmek amacıyla Şâh Velîyullah,iktidar sahipleriyle irtibata geçti.Onlara,çeşitli meselelere dair görüşlerini aktardı.Yöneticiler ona,çeşitli meselelere dair fikirlerini sordular ve memleketin güvenliği ve düşmanlara karşı zaferi için ondan dua istediler.Onların arasında,büyük nüfuza sahip,dirayetli bir idareci ve kahraman bir kumandan olan Necîbu’d-devle de vardı.Yiğitlik,siyasî zeka,ileri görüşlülük ve yönetme kabiliyeti onu önemli kılan vasıflarıydı.Şâh Velîyullah’ın da siyasi durumun nezaketini bilmesi ve Necîbu’d-devle’yi takdir etmesi,onunla irtibata geçmesinde rol oynamıştır.
                Bu dönemde Catlar,Maratalar ve Sihler ortalığı yakıp yıkıyor,Müslümanların malına,mülküne zarar veriyor ve onların hayatlarına kastediyor,devletin bekasını tehdid ediyorlardı.Şâh Velîyullah,Necîbu’d-devle’ye Reisu’l-mücahidîn ve Amiru’l-gaza namıyla hitap ederken,bu üç savaşçı halkın tamamen bastırılıp tehdidleri ortadan kaldırılmadıkça,hiçbir hükümdarın selamet ve güvenlikle tahtta kalamayacağı hakikatine işaret ediyordu.Düşmanla mücadele ederken de yenmenin de,yenilmenin de vaki olabileceğini söyleyip,ona , bu yüzden cesaretinin kırılmamasını da tavsiye ediyordu.
                Yine bu dönemde,Maratalar ve diğer kafirler,gerilla faaliyetlerini iyice artırdılar.Devlet ve Müslümanlar,onların bu artan saldırılarıyla baş edemez hale geldiler.Bu tehlikeli durumdan kurtulmak için Şâh Velîyullah,Necîbu’d-devle aracılığıyla Ahmet Şah Abdalî’ye,Hindistan’a saldırması için mektup gönderir.Bu mektupta Şâh Velîyullah,Ahmet Şah Abdalî’yi yüreklendirir ve onu Hindistan’daki Müslümanların daha fazla zarar görmemesi ve devletin daha da dağılmaması için son fırsat olan bu saldırıya geçmesi için teşvik eder.Şâh Velîyullah’ın bu mektubu gönderirken zekice,Necibu’d-devle’yi aracı olarak kullanması,talebinin resmî hale gelmesini sağlamıştır;zira Necibu’d-devle’nin hükümet adına konuşma yetkisi vardı.Şâh Velîyullah’ın yetenekli ve dirayetli bir komutan olan Şah Abdali’yi çağırması,onun,ülkesinin siyasi durumundan ne kadar haberdar olduğunu gösterir.Şâh Velîyullah mektubunda,Şah Abdali’yi,Hindistan’ın coğrafi incelikleri,iktisadi durumu ve çarpışmaya hevesli mücahidleri konusunda,onu ikna etmek ve yüreklendirebilmek için bilgilendirir.
                Bu uzun mektupta Şâh Velîyullah, Şah Abdali’ye devlet içindeki emirler ile vezirler arasındaki çekişme ve uyuşmazlık hakkında da bilgi verir.Bunu,Şah Abdali’nin bu durumu düşünerek hareket etmesi için yapar.Bu son tavsiyesi de Şah Abdali’nin işine yarar ve general bütün bu bilgilerle donanmış olarak kafire haddini bildirmek üzere Hindistan’a doğru harekete geçer.
                Ahmet Şah Abdali 1174-1175/1760-1761’de Hindistan’a girer.Panipat’ta büyük bir meydan savaşı olur.Ordularının çok kuvvetli olmasına rağmen Maratalar hezimete uğrar,çok kayıp verirler ve güçleri tamamen kırılır.Maratalar uzun süre bellerini doğrultamazlar.Bu manzaralar Müslümanlar için Altın Çağ’ın başlangıcı gibi bir tablo görünümü sunsa da,bütün beklentilere karşın Müslümanlar yerlerinde sayar.Pek çok küçük devlet kurulur ve merkez güçsüz kalmaya devam eder.
                Şâh Velîyullah,ülkesinin sürekli değişen siyasî durumuyla ilgileniyordu.İslam’ın ancak arkasında sağlam teşekkül etmiş bir siyasî güce yaslandığı zaman saflığını koruyabileceğine ve yayılabileceğine inanıyordu.Babürlü İmparatorluğu’nun yıkılmasının artık engellenemeyeceğini biliyordu ve onun yerine yeni ve güçlü bir devletin kurulması da artık ihtimal dışıydı, ancak Maratalar ve diğer huzur bozucu güçlerin de acilen yok edilmesinin gerekliliğine inanıyordu ve Panipat’ta büyük meydan savaşı bu işin gerçekleşmesini sağladı.[2]
                2)İktisadî ve Sosyal Durum:Siyasî durum,hayatın diğer safhalarında da etkili olur.Bu dönemde siyasî zayıflık sebebiyle iktisadî,sosyal ve dinî durum daha kötü bir haldeydi.Siyasi bozukluk,iktisadi buhran meydana getirmekteydi.Halk kötü durumdaydı.Ticaret tamamen durmuştu.İşçiler açlıkla karşı karşıya kalmışlardı.Ülkede huzursuzluk ve iktisadi bozukluk vardı.Buna rağmen iktidar sahipleri gizli işler ve kadınlarla vakit geçirmekteydiler.Bütün hazine onları memnun etmek için harcanıyordu.Hatta askeri ücretler bile birkaç yıl verilmedi.Ordu,kendi isteklerini elde etmek için isyana mecbur kalıyordu.Sadece padişahın özel memurları değil,saraydaki hanımlar da bazen dilenmeye mecbur kalıyorlardı.Krallık hazinesi bu şekilde fuzuli harcamalarla boşaldı ve Nadir Şah her şeyi yok etti.Delhi pazarlarında uzun bir süre hiçbir şey bulunamadı.Kıtlık baş göstermişti. Disiplinsizlik ve işsizlik sebebiyle hırsızlık,eşkiyalık had safhaya ulaşmıştı.Bu kötü gidişat sosyal hayatı da oldukça kötüleştirmişti.Mesela toprak sahiplerinden birisi öldüğü zaman haklarını alamayan işçiler,bu hakkı elde edinceye kadar cenazenin defnine izin vermiyorlardı.
                İktisadî durumun bu kadar kötü hale gelmesinin altında yatan sebepler şunlardır:
                1-Sömürü:Zenginlerin fakirleri ve güçsüzleri sömürmesi had safhaya ulaşmış ve servet birkaç kişinin elinde toplanmıştı.
                2-Sefihâne yaşam:Yönetici sınıfın yaşam düzeyi arttıkça artmış,lüks ve konfora alışmıştılar.Diğer yandan fakirler iyice fakirleşmişti.
                3-Vergilerin aşırı artışı:Tacire,zanaatkâra ve esnafa ağır vergiler yüklenmişti.
                4-Jagirdârî:Jagirdârî sistemi,çalışanların kanını emmişti ve jagirlerin serveti arttıkça arttı.
                5-Mirî Arazi:Mirî  arazinin alanının azaltılması devletin gelirlerini azaltmıştı.
                6-İşgücünün dengesiz dağılımı:Dengesiz dağılım,iktisadi düzeni altüst etmişti.[3]
               
                3)Dinî  Durum:Ülkenin iktisadi düzeninde olduğu gibi,dini ve toplumsal düzen de bozulmuştu.Müslümanlar,Kur’an ve sünnetin önerdiği yaşam tarzının hilafına hareket ediyordu.Müslümanların bir birliğinin olmaması,onların farklı ve birbiriyle çatışan gruplar haline gelmesine yol açmıştı.Alimler,çaba ve araştırma gerektiren dinî meselelerde hiç gayret göstermiyorlardı ve taklit batağına saplanıyordu.Vedantaya dayanan Hindu anlayışlar ve Şii düşüncesi,Müslüman topluma sızmaya başladı.Vaizler,vaazlarında hakiki istikametle alakası olmayan mistik mülahazalardan bahsediyordu.K.kerim sadece teberrüken okunuyordu ve mahfazasında saklanıyordu.Sünnetle İmamın düşüncesi birbiriyle çatıştığında ,İmamınki tercih ediliyordu.Şeriata karşı ciddi ilmi düşünceye dayanan müstakil yaklaşımlardan eser yoktu ve bu yüzden cemaat batıl inançlar ve bid’atların içine dalmıştı.Sufiler hem sığdı,hem de Kur’an ve sünnetten haberleri yoktu.Daha da kötüsü,onların görüşleri şeriat hükümlerine tercih ediliyordu.Hasların toplantılarında tasavvuf,tasavvufi şiirler ve hikmetler,en çok bahsi geçen mevzular haline geldi ve bunun neticesinde,hasların,elitlerin,elleri-kolları bağlandı,pısırıklaştılar.Felsefe ve akılcılık,insanları derinden etkiledi ve dinin hakikati konusunda onların kafasının karıştırdı.Bu yüzden insanlar her şeyin gerçekliğini akıl süzgeciyle sınamaya başladılar.Sünnîlerle Şiilerin arasındaki tartışmalar,Müslümanları birbirlerine karşı ön yargıyla bakan ve hatta birbirinden nefret eden iki ayrı zümre haline getirdi.(Bu tartışmaları bitirmek üzere,ön yargıyla okunmadığı takdirde,iki tarafı da tatmin eden “İzaletu’l-hafa an hilâfeti’l-hulefâ”isimli eserini kaleme aldı.)[4]
                En üstten,en aşağıya kadar inanç zayıflığı had safhaya vardı.Falcılara ve kehanetlerine oldukça inanılır oldu.Bütün ümitler mezarlarda yatan büyük zatlara bağlanmıştı.Dinî karışıklık öyle bir hal almıştı k,Hindûların dini bayramlarına Müslümanlar da katılmaktaydı.Şirk,putperestlik,bozuk Hindu gelenekleri tamamen İslamîleşmişti.
                Şâh Velîyullah,yenilik hareketlerini işte böyle bir ortamda başlattı.Zira padişahlar ve emirler,kendi inançlarını terk edip,yabancı dinleri benimsemişlerdi.Halk kendi cehaletinden,evham ve inanç zayıflığından dolayı,sahte şeyhlerin tuzağına düşmüştü.Kötü alimler,ümmetin ıslahı yerine,kendi midelerini doldurmak düşüncesinde idiler.Gayr-i İslamî kültürler,İslamî değerler ve kültürler üzerine belirgin bir şekilde hakimiyet kurmuşlardı.[5]
                B)Şâh Velîyullah Dehlevî’nin Hayatı
                1)Doğumu,Yetişmesi ve Eğitimi
                Şâh Velîyullah ismiyle meşhur Kutbuddin Ahmed b. Abdürrahîm b. Vecihîddin ed-dihlevî el-Farukî,14 Şevval 1114( 3 Mart 1703) tarihinde Delhi şehrine bağlı Muzaffernager’de doğdu.Soyu baba tarafından Hz.Ömer’e, anne tarafından İmam Musa el-Kazım’a ulaşır.[6]Bu sebepten bazı eserlerde künyesini Ahmed b. Abdürrahim el-Umerî olarak verir.[7]  7.(13.) yy’ın sonlarına doğru Hindistan’a yerleşmiş bir aileye mensuptur.[8] Ecdadından Hindistan’a gelenlerin ilki,Şeyh Şemsettin Müftî, asil bir Kureyşî idi.İslam,Hindistan’da onun çabalarıyla intişar etmişti.[9] Dedesi Vecîhüddin ile babası Abdürrahim,Delhi ulemasından olup her ikisi de el-Fetâva’l-Hindiyye’yi (el-Alemgîriyye’yi) hazırlayan heyette yer almıştı.Şeyh Muhammed Pühletî’nin kızı olan annesi Fahrünnisa da dini ilimlere vakıftı.[10]
                Şâh Velîyullah daha çocukluk evresinde,parlak geleceğinin emarelerini gösteriyordu.Temiz yüzlü,iyi huylu ve ailesini üzmeyen bir çocuktu.Gösterişten ve şımarıklıktan hiç hoşlanmazdı.Yaşıtlarına hiç benzemiyordu.Babası da onun eğitimi için özel bir çaba sarf ediyordu.5 yaşındayken köyün mektebine kabul edildi.7 yaşında beş vakit namaz kılmaya ve Ramazan orucunu tutmaya alıştırıldı.K.kerim’i de o sene hıfzetti ve Müslümanlığa dair bazı Farsça risaleler okumaya başladı.[11]Hindistan’da kendisinden en çok istifade ettiği hocası Şeyh Muhammed Efdal es-Siyâlkûti’dir.Henüz 14( bazı kaynaklarda da 15) yaşında iken seyrü sülukunu tamamlayarak Nakşibendi şeyhi olan babasına intisap etti ve  ölümünden önce ondan hilafet aldı.Babasının vefatından (1131/1719)  sonra,onun kurduğu Rahimiyye Medresesi’nde ders okutmaya başladı.On iki yıl süren bu faaliyet neticesinde çevresinde geniş bir talebe kitlesi oluştu.Şâh Velîyullah 14 (veya 15) yaşında iken dayısı Ubeydullah’ın kızı ile evlendi ve bu hanımından Muhammed  adlı oğlu  dünyaya geldi.Hanımının vefatı üzerine Seyyid Senâullah Pânipeti’nin kızıyla nikahlandı.Hindistan’da başlattığı dini irşad faaliyetini kendisinden sonra sürdürecek olan oğulları Abdülaziz,Refîuddin,Abdülkadir ve Abdülgani ile Emetülaziz adlı kızı bu hanımından doğdu.[12]
                Şâh Velîyullah’ın babasından okumuş olduğu kitaplar şunlardır:
                -Tefsir İlminde:Tefsîr-i Beyzâvî, Tefsîr-i Medarîk.
                               -Hadis İlminde:Mişkâtu’l-Mesâbih, Buharî,Şemail-i Tirmizî.
                               -Fıkıh ilminde:Şerh-i Vikaye,Hidaye.
                               -Fıkıh Usulünde:Hassamî,Tevzihu’t-Telvîh.
                               -Mantık İlminde:Şerh-i ‘Akaid,Şerh-i Hayâlî,Şerh-i Muvafık.
                                -Süluk İlminde:’Avarif,Nakşibendî  tarikatında birkaç kitap.
                               Hakâik İlminde:Şerh-i Rübâiyat-ı Mevlana Câmi,Levâih,Mukaddime-i Şerh-i Lema’at,Mukaddime-i Nakdu’n-Nûsus.
                               -Tıp İlminde:Mûcezu’l-Kânun…v.b.
                               Bu kitaplardan bazılarını tamamen, bazılarını da kısmen okudu.Bu kitapları okuduktan sonra Şâh Velîyullah şöyle der:”Ben bu kitapları okuduğumda ufkum genişledi ve her sanatın en zor meselelerini kısa bir sürede hallediyordum.”[13]
                Şâh Velîyullah:”Babamın, Kur’an İlimlerinin ihyası için açtığı medreseye gitmem,benim için çok faydalı oldu.” demiştir.
                Şeyh Abdürrahim, Hindistan’da hadisi sağlam temellerle öğretmeye başlayan ilk alimdi.Kurduğu medrese-i Rahimiyye uzun yıllar,bu minvalde eğitim vermiştir.Ancak bugün, Delhi’de bu medresenin hiçbir izi kalmamıştır.Mâmafih, bu medrese mahalli,medresenin kapanmasından sonra da Mahalle-i Şah Abdülaziz ismiyle bilindi.Şeyh Abdürrahim’den önce de Şeyh Abdülhak Dihlevî de hadisin bu şekilde öğretilmesi taraftarıydı.Ancak çok az talebe onu takip etti.Babasının vefatından sonra Şâh Velîyullah,medresenin başına geçti ve hadis derslerini kendisi vermeye başladı.12 sene boyunca, babasından öğrendiği ilimleri,o ilimlerde alim olacak kadar okumaya devam etti.Karşısına çıkan meseleleri hem akli,hem nakli ilimlerin yöntemleriyle çözebilecek duruma geldi.
                İsmi duyulduğu için, çeşitli memleketlerden talebeler onun medresesine akın etmeye başladı.Medrese tedrisini tamamladıktan sonra bu talebeler memleketlerine dönüyorlar ve Şâh Velîyullah’tan öğrendikleri şekilde alim oldukları ilimlerde  ders vermeye başlıyorlardı ve bu şekilde Şâh Velîyullah’ın fikirleri de yayılıyordu.Şâh Velîyullah, hiçbir önyargısı olmayan bir alimdi ve farklı mezheplere ve hatta farklı dinlere mensup olan alimler ona danışır, soru sorar ve Şâh Velîyullah’ın vermiş olduğu cevaplardan tatmin olmuş olarak geri dönerlerdi.Müsamaha,yüce gönüllülük ve karşısındakine saygı gibi hasletler onda tecessüm etmişti.
                Şâh Velîyullah ve onun ailesi, Müslüman ümmetini bölebilecek her türlü tutumdan sakınırdı. Onların çabası, her zaman çatışma içinde olanların arasını bulmak, tartışmaları çözmek ve Müslüman ümmetini tek bir çatı altında toplamaktı ve bu konuda ellerinden geleni de yapmışlardı.
Şâh Velîyullah’ ın güçlü bir hafızası vardı, konuşması beliğdi. Onun alim olarak şöhreti, ülkesinin dışına taşmıştı. Kendi ülkesinin alimlerinden mektup aldığı gibi, sair islam beldelerinin alimleri ile de mektuplaşırdı.
Şâh Velîyullah’ ın takip ettiği eğitim metodu şöyle idi: önce öğrencilere ; dersleri kendiniz okuyup gelin der; sonra onlarla o ders üzerinde müzakere yapardı.
Fıkhî meseleleri anlatırken 4 mezhep  arasındaki ihtilafların önemsiz olduğunu  vurguluyordu. Özellikle Hanefî  ve Şâfii mezhepleri arasındaki ihtilaflar, bu kabildendi.Bu maksadı göz önünde tutarak o,daha ziyade ihtilaflı olmayan meseleler üzerinde duruyor,bir mezhebin diğer bir mezhepten üstün olmadığını anlatmaya çalışıyordu.Böyle bir eğitim metodu ile genç öğrencinin ufkunun genişlemesine  yardımcı oluyor,onların kalplerinde imam ve mezhepleri hakkında sevgi ve saygı duygusu uyandırıyordu.Bu sebeple onun eğitim ve öğretim tarzının fakih hadisçilerin tarzına benzediği söylenir.[14]
                Şâh Velîyullah,medrese eğitiminde ilkeler koymuştu.İlk önce talebelere nahiv ile ilgili başlangıç kitapları okutulmalıdır.Bu temel,Tarih kitapları ve Arapça darbımesellerle desteklenmelidir.Talebeler,yeterli seviyeye ulaştıklarında,Yahya Masmudi tarafından aktarılmış olan İmam Malik’in Muvattası okutulmalı ve bunun üzerine talebelere bir tefsir ile eşlik ettirilmeden K.Kerim okutturulmalıdır.Bu aşamayı geçtikten sonra talebelere Celâleyn tefsirinin incelikleri öğretilebilir.Daha sonra Sahiheynden (S.Buharî,S.Müslîm) bölümler gösterilir.Hadisle ilgili kısım tamamlandıktan sonra Fıkıh ve İlm-i akaid öğretimi ile ilgili kitaplar üzerinde çalışmaya dair Danişmendiye ve Mişkatın bir kısmının okunmasına başlanır.
                Şâh Velîyullah’a göre Müslümanlar,K.Kerim’in ve hadislerin üzerine ciddiyetle eğilmelidir.Bu iki kaynak ışığında incelendikleri takdirde aralarında ayrılıklara yol açan mezhep farklılıklarının  da furuya dair meseleler olduğunu anlayabilirler.
                Hindistan’da, ek tefsirlere başvurmadan K.Kerim’i okumayı Şeyh Abdürrahim ihdas etmişti.Bu yöntemi oğlu devam ettirmişti.Bu yöntemin getirilme sebebi,talebelerin tefsirde ortaya atılan meselelerle uğraşırken Kelamullah’ın hakiki anlamından uzaklaşmalarıdır.Bunu önlemek için Şâh Velîyullah, K.Kerim’in saf bir şekilde okunması gerektiğini va'z ediyordu.Zira bu yöntemle okunduğunda K.Kerim’de daha önce fark edilmemiş  hikmetlerin keşfi daha kolay oluyordu.Yine bu sebepten dolayıdır ki,Şâh Velîyullah talebelerine önce K.kerim’i okutup,daha sonra H.şerif’i öğretiyordu.Şâh Velîyullah’ın talebeleri hem K.Kerim’i,hem H.şerifleri bu yöntem sayesinde daha iyi öğreniyordu.
                Şâh Velîyullah K.Kerim’i açıklarken,zahiri manasını açıklar ve tevile girmekten sakınırdı.O dönemin şartları onun o şekilde davranmasını gerektiriyordu.O ,talebelerine sürekli Kelamullah’ı her şeyden bağımsız düşünmelerini tavsiye ediyordu.Zira Kelamullah’ın tüm zamanlarda geçerli olduğuna yürekten inanıyordu.
                Şâh Velîyullah,Hadis ilmini babasından öğrenmesine ve bu alanda çok gelişme kaydetmesine rağmen bilgisini,yeterli bulmuyordu.O,bu ilmin merkezi olan Mekke ve Medine’ye(Harameyn) gitmeye karar verdi.O devirde İslam aleminde oradaki alimlerin yerini tutacak kimse yoktu.Şâh Velîyullah,hadis ilmi tamamen öğrenilmedikçe,din ilimlerine dair bilginin her zaman eksik kalacağına inanıyordu.Zira K.Kerim,hadisi şeriflerle anlaşılabilirdi ve K.Kerim’in tefsiri,hadisleri ve hadis ilimlerini bilmeden yapılamazdı.[15]

                Harameyn’e Gidiş:Şâh Velîyullah,30 yaşına geldiğinde hacca gitme isteği her geçen gün artıyordu.Şâh Velîyullah Arap asıllıydı,nesebiyle ve Arapça bilgisiyle gurur duyuyordu  ve atalarının yaşamış olduğu ülkeye gitme fikri de ona cazip geliyordu.Hacca gitme isteği iyice arttı.Yapmaya karar verdiği bu yolculuğun Allah’ın ona bir lütfu olduğunu düşünüyordu.1143/1730’da Delhi’den ayrıldı.Hacca gitmesindeki sebep farizayı yerine getirmek olduğu kadar,ülkesinde ilmini daha fazla arttıramadığı hadis ve fıkıh ilimlerine dair orada etraflı çalışmalar yapmaktı.[16]
                h.1143/1731 temmuzu sonunda Kabe’yi ziyaret etti.h.1144/1731-1732 yılını Mekke ve Medine’de geçirdi.Oradaki ünlü hadisçi Şeyh Muhammed Vefdullah b.Şeyh Muhammed b. Muhammed Süleyman el-Mağribî ‘den icazet almak istedi.Özel olarak kısa bir zamanda ona İmam Malik’in Muvatta kitabını Yahya b. Yahya’nın rivayetiyle okudu ve buna ilaveten ondan bütün hadis rivayetleri için icazet aldı.
Bundan sonra Şeyh Ebu Tahir Muhammed İbrahim el-Kurdî eş-Şafii el-Medenî’nin(1145/1733) yanına gitti ve Sıhah-ı Sitte ile Mişkat hadislerini huzurunda okumaya başladı.Şeyh Ebu Tahir,Şâh Velîyullah yanından ayrılırken ona icazetle birlikte hırkasını verdi.
                Bu arada Hintli bir hadisçi olan Abdullah Lahori’den de hadis dersleri aldı.Bunun yanında Tâcu’d-Din Kal’i el-Mekkî’den Buhari,Muvatta-i İmam Malik ve Müsnedi Ebu Davud et-Tayalisi’yi okudu.Ömer b. Ahmet el-Mekki’den de hadis dersleri aldı.
                h.1144/1732 sonunda ikinci defa hacca gitti ve 14 recep 1145 aralık 1732’de Cuma günü Delhi’ye geri döndü.
                Burada tekrar eskisi gibi hadis derslerini okutmaya başladı.Yüzlerce talebe aynı anda okuyorlardı.Öğrencilerin sayısında o kadar çok artış oldu ki medrese dar gelmeye  başladı ve bir süre sonra bu sınıf Muhammed Şah Rangila tarafından bağışlanan daha geniş bir binaya nakledildi.Buralarda onun kurduğu,Hindistan’da ilk olan Dar’ül hadisin h.1274/1857 yılına kadar eğitim faaliyetleri devam etti.Şâh Velîyullah bu medresede Sıhah-ı sitte,Muvatta-i İmam Malik,Darimî  ve Mişkat’ı 25 sene boyunca okuttu.[17]
                Eserleri:Bütün ilimlerde söz sahibi ve bazı ilimlerde daha fazla mütehassıs olan Şâh Velîyullah,K.Kerim’in kıraatı ve nüzulü,tefsir,hadis,fıkıh,siyer,tasavvuf bilgileri gibi ilim dallarında pek kıymetli 200 civarında eser yazdı.37-38 senelik bir zaman zarfında yazılan bu kıymetli eserlerden bir kısmı kütüphanelerde mevcut olup bir kısmının da sadece isimleri eserlerde zikredilmektedir.Hindistan’ı İngilizlerin yağmalaması esnasında yok olduğu tahmin edilen bu kıymetli eserlerden mevcut olanlardan çoğu defalarca basılmış ve insanlar bunlardan istifade etmiştir.Arabî ve Farisî lisanlarında güzel eserler verdiği gibi,şiirler de yazan Şâh Velîyullah’ın eserlerinden bazıları şunlardır:
                1)Feth’ur-Rahman fi Tefsir-il-Kur’an
                2)el-Fevz-ül-Kebir fi Usul-it-tefsir:Usulü tefsir ilmine dair olup Arapçadır.
                3)el- Musevvâ minel Muvatta:İmam Malik’in “Muvatta”adlı meşhur hadis kitabının açıklaması olup Arapça’dır.Aynı esere Farsça ayrı bir açıklama yazmıştır.
                4)Huccetullâh-il-Baliğa:Bu eserinde dini hükümlerin hikmet ve sebeplerinin üzerinde durup,bir çok mevzuyu Arapça olarak yazmıştır.
                5)el-Bûdur-ul Baziğa:Tasavvuf ilmine dairdir.
                6)İzalet-ül Hafa an Hilafet-il-Hulefa:Dört halifeden bahsetmektedir.Farsçadır.
                7)Ikd’ül-Cîd:İctihad ve taklid meselelerini anlatmakta olup Arapça’dır.
                8)el-İnsaf fi Beyan-ı Sebeb-il-ihtilaf:Bu eserinde mezhepsiz,sapık kimselere cevap verir.
                9)Kurret-ül-Ayneyn fi Tafdil-iş-Şeyhayn:Hazret-i Ebu Bekr’in ve Hz.Ömer’in üstünlüklerini anlatmaktadır.Eser Farsçadır.
                10)Heme’at:Tasavvufa dairdir.Farsçadır.
                (Şâh Velîyullah-ı Dehlevî ‘nin ,el-İnsaf fi Beyan-ı Sebeb-il-İhtilaf ve Ikd’ül-Cid adlı eserleri İstanbul’da Hakikat kitabevi tarafından bastırılmıştır.)[18]
                Şâh Velîyullah eserlerinin büyük bir kısmını hacdan döndükten sonra yazmaya başlamıştır.30 yıla yakın kitap telif etmiştir.50’ye yakın eseri bugün elimizdedir ve bunların hepsi basılmıştır.[19](Bazılarına göre Şâh Velîyullah’ın yüz civarında eseri vardır[20].)

C)Şâh Velîyullah’ın Dine Hizmeti ve Görüşleri:Şâh Velîyullah, hayatının  tümünü dinine hizmet ederek geçirdi.Onun yaptığı hizmetler uzun erimli pek çok netice verdi ve insanlar üzerinde derin izler bıraktı.Dini ilimlerin çeşitli dallarında birçok kitap yazdı ve sadece bu kitaplarlar bile onun değerini anlamamız için yeterlidir.
K.Kerim:Şâh Velîyullah,cemaatini büyük bir ısrarla K.kerim kaynaklı bir yaşama döndürmeyi (yaşamlarını Kur’an’la hayatdar)kılmaya davet eden ilk alimdir.İnsanlara,K.Kerim üzerinde ısrarla durmaları gerektiğini,bu kitabın,dünya hangi hallere  girerse girsin her daim geçerli olacağını ve bu kitabın her türlü hastalığın tek ilacı olduğunu belletti.Onun,her zaman danışılması ve güvenilmesi gereken en büyük klavuz olduğunu anlattı.Bu gerçeklere çok büyük bir  önem verdiğinden ,K.Kerim’i dönemin resmi dili ve aynı zamanda konuşma dili olan Farsça’ya tercüme etti.Bu uğurda hayatını kaybetme  riski olduğunu bilmesine rağmen bu cesur adımı attı.Şâh Velîyullah’ı küfürle itham ettiler; zira o dönemde K.Kerim’i o dil üzerinden düşünmek günah kabul ediliyordu ve onun kutsallığına saygısızlık sayılıyordu.Şâh Velîyullah tarafından yapılan Farsça tercüme Hindistan alt kıtasındaki ilk girişimdi.Ancak Haydarbad’da 1590/998’te vefat  eden Halalı Mahdum Nuh da,K.kerim’in Farsça tercümesini yapmıştı.Bu tercüme  pek yayılmadı ve zaten ancak bu kitabın yazılmasından birkaç sene önce basıldı.Şâh Velîyullah’ın tercümesi kelimesi kelimesine,açık ve anlaşılması kolaydır.Bazı sayfaların altına düştüğü notlar da çok önemlidir ve çağımızın ihtiyaçlarına cevap verir niteliktedir.Bu şekilde Şâh Velîyullah,K.kerim’in daha iyi anlaşılması ve onun üzerinde çalışmaların yapılabilmesi için de kitaplar yazmıştır.Bu kitaplar sayesinde başka bir tefsirin okunmasına gerek kalmadan,K.kerim’in anlaşılabileceğini söylemiştir.
Sünnet:Şâh Velîyullah’ın bu ilme yaptığı hizmetler çok değerli ve unutulmazdır.Onun hadis ilmini ülkesinin tümüne yaymak için gösterdiği çaba ve Müslümanlara bu ilmin öğrenilmesinin ve yayılmasının önemi ve gerekliliği konusunda yaptığı ön çalışmalar inkar edilemez.Bu ilme tamamen vakıf olabilmek için Kutsal Topraklara gitmiş ve bu ilmi öğrenmeye karşı isteğini ancak orada tatmin edebilmiştir.
Fıkıh:Bilindiği gibi Şâh Velîyullah,mezheplerden birinin diğerine tercih edilmesi tutumunu tasvip etmezdi.Dört mezhebi de birbirine eşit görür ve aralarında bulunan farklılıkları ortadan kaldırmaya gayret ederdi.Bu noktada özellikle de Hanefî mezhebiyle,Şafii mezhebinin birleştirilmesinin taraftarıydı.Zira yaşadığı devirde bu birleştirmenin  gerekli olduğunu savunuyordu.Ona göre,bu iki mezhebe uyanlar çoğunluktaydı ve ümmetin bu iki mezhebe bölünmesini,yaşadığı devrin kaldırmadığını söylüyordu.İki mezhep arasındaki ihtilafların da,İmam Malik’in  Muvatta’sı esas alındığı takdirde çözülebileceğine inanıyordu.Bir meselenin çözüme kavuşturulması sırasında,iki ihtilaflı görüş olursa,açık ve bilinen hadisi mahaz alan tarafın görüşünün kabul edilmesini tavsiye eder.
                Tasavvuf:Bu mevzuda Şâh Velîyullah,sufilerin hasletlerine sahip olanların çok talihli olduğunu,ancak sufilerin yaptıklarını tekrarlamanın gereksiz olduğunu söyler.Fena ve beka mertebelerine ulaşma çabasını hoş karşılamaz ve bu uygulamaların ümmete bir salgın hastalık kadar zararlı olduğunu belirtir.Ümmetin bu hastalıktan kurtulabilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini savunur.Tasavvuf risalelerinin seçkin sınıf için(havas)simya reçeteleri kadar yararlı olduğunu ama aynı risalelerin halktan insanlara (avam) zehir kadar öldürücü olduğunu söylemiştir.(Meseleyi daha da aydınlatmak için,fena ve beka mertebelerine ulaşmanın,nefsini tezkiye etmiş kişilerce gerçekleştirilebileceğini,ancak sufilerin yaptığı gibi toplum hayatından çekilmenin,halvete girmenin Şeriatça emredilmediğini ekler.)[1]
                Şâh Velîyullah,devrimci bir ruha sahipti.O,cihadın devam ettirilmesi gerektiğini vurgular( ve burada cihaddan kasdı devrimdir.)Cihad ruhunun her zaman diri tutulmasının gerekliliğini savunur.Bu ruh hali diri tutulduğunda,Müslümanlar her yerde galip olmuş ve onurlandırılmıştır ve bu ruh hali kaybolduğunda zelil olup,bulundukları her yerde  nefret edilmişlerdir.Bulunduğu(muz) dönemde Müslümanların kutsal cihad vazifesini ihmal etmemeleri gerektiğini,zira o ihmalin pek çok ürünün ihmal olmasına yol açacağını söyler.
                Cihad mefhumu farklı noktalara işaret edebilir.Cihad sadece düşmanla savaşmak,düşmana karşı hazırlanmak değildir:toplumsal,iktisadî,ahlakî ve siyasî konularda kötülüklerle mücadele de cihadın içine girer.Onun,adaletin hüküm sürdüğü bir düzen kurulana kadar,bozuk ve kötü yönetimlere karşı isyan çağrısı da bu sebeptendir.
Şâh Velîyullah sözünü sakınmayan,korkusuz bir alimdi.İnsanlar beğensin veya beğenmesin,her zaman doğruyu söylerdi.Alim geçinenleri ve cahil mutasavvıfları ciddi şekilde eleştirdi,onların cahilliklerini ve saçmalıklarını ifşa etti.Sözünü  yöneticilerden de sakınmazdı.Gerektiğinde bunu yapmakla başına gelebilecekleri düşünmeden,onların siyasetlerini kıyasıya eleştirirdi.[2]Şâh Velîyullah,Hindistan’ın yetiştirmiş olduğu en büyük İslam alimlerinden biridir.Din ilimlerini ihya etmesi sebebiyle kendisine “Hindistan’ın Gazzali’si” sıfatı yakıştırılmıştır.Şâh Velîyullah Dehlevî’nin  hayatı boyunca kaygısı dinin,gerçek şekliyle anlaşılması,ümmetin toparlanması,zindeleşmesi ve islamî ilimlerin geliştirilmesi olmuştur.Bid’atlara,hurafelere,cemiyetin yapısını bozmaya başlayan tasavvufî yaklaşımlara ve artan mezhep taassubuna savaş açmıştır.Bu konular hakkında eserler yazmış ve bizzat harekete de geçmiştir.Kendisi fiilen cihad etmese de,ümmetini her türlü mücadele için hazır hale getirmeye çalışmıştır.[3]
                Tüm bu malumattan sonra kısaca diyebiliriz ki;Şâh Velîyullah,İslam düşüncesinin teşekkülü ve idamesi için yeni bir mecra oluşturmuştur.Ayrıca kendisinden sonraki yaklaşık 300 yıllık zihni ve edimsel İslamî tavrın da bu çığırda ilerlemesine vesile olmuştur.Dihlevî,daha 18.yy’da İslam düşüncesinin karşılaşacağı ve büyük çalkantılara gebe olan inhitatın farkına varan ilk kişidir.O,bu çöküşün durdurulmasını,Kur’an’a ve sahih sünnete yönelmede ve bunları vasıtasız bir üslup ile tetkikte bulur.Belki de ilk olması hasebiyle,tam  bir bütünlük arz etmese de, Müslümanlık sistemini bir bütün olarak gözden geçirmeyi deneyen ilk kişi olmasından dolayı,İslam modernizminin kurucusu,ıslahatçı ve müceddid olarak anılmıştır.


[1]G.N.Celbanî,a.g.e,53-56.
[2]G.N.Celbanî,a.g.e,61-63.
[3]G.N.Celbanî,a.g.e,9.

[1] Şâh Velîyullah Dihlevî Hayatı ve Eserleri,Orijinal adı:The life of Shah Veliyullah,G.N.Celbanî,çev:Hasan Nureddin,Gelenek Yayıncılık,İstanbul 2002,45.
Evliyâlar Ansiklopedisi ,”Şâh Velîyullah-ı Dehlevî”,c.11,Türkiye Gazetesi İhlas Yayıncılık Holding A.Ş,İstanbul 1993,170.



[2]G.N.Celbanî,a.g.e,45-49.

[3] G.N.Celbanî, a.g.e,49.

[4]G.N.Celbanî,a.g.e,50.

[5] Zaferullah Daudî,a.g.e,102-103.
[6]DİA,c.38,260.
   Modernist Düşüncenin Şekillenişi, Şâh Veliyullah Dehlevî,J.M.S. Baljon,çev:İsmail Çalışkan,Ankara Okulu Yayınları,Ankara 2002.
[7]G.N.Celbanî,a.g.e,13.
[8]DİA,c.38,a.y.
[9]G.N.Celbanî,a.y.
[10]DİA,a.y.
    Evliyâlar Ansiklopedisi,c.11,166.
[11]G.N.Celbanî,a.y.
[12]DİA,a.y.
[13] Zaferullah Daûdi,a.g.e,107-108.
[14] Zaferullah Daudî,a.g.e,110-111.
[15]G.N.Celbanî,a.g.e,16-20.
[16]G.N.Celbanî,a.g.e,27.
[17] Zaferullah Daudî,a.g.e,109-110.
[18] Yeni Rehber Ansiklopedisi,c.18,212.
[19]G.N.Celbanî,a.g.e,35.
[20] Zaferullah Daudî,a.g.e,116; Muhammed Kızılgeçit,a.g.e,47.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder